Cazın Ruhunu Yorumlamak!

REKLAM ALANI
Cazın Ruhunu Yorumlamak!
  • 12/11/2025 10:38
  • Cazın Ruhunu Yorumlamak! için yorumlar kapalı
  • 124
  • A+
    A-
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ

Şehrin en çok okunan yayını Ankara Life Dergisi sayfalarında Aybike Aydemir ile bir araya geldik.

 “Bana göre müzik, kültürel deneyimin kendisidir.”

Şehrin en çok okunan yayını Ankara Life Dergisi sayfalarında bu ay, sahnede yalnızca şarkı söylemekle kalmayıp müziğin tarihini, kültürünü ve direnişini içselleştiren caz vokalisti Aybike Aydemir ile bir araya geldik. Afro-Amerikan edebiyatından blues ve jazz’a uzanan bir yolculuğu, sahne arkasındaki çalışmaları ve Türkiye’de cazın zorluklarını konuştuğumuz bu özel röportaj, müzik ve kültür tutkunları için ilham verici bir keşif sunuyor. Keyifli okumalar dileriz.

REKLAM ALANI

Röportaj: Hatice Şeyma Basut

Caz müziğine olan ilginiz nasıl başladı ve sanatsal bakış açınızı etkileyen dönüm noktası ne oldu? Caz türünü yorumlamanızda kültürel altyapının önemini nasıl görüyorsunuz?

Müziğe olan ilgim nedeniyle ilkokulda piyano dersleri almaya başladım. Caz müziğine yönelişim ise üniversite yıllarıma denk geldi. Değerli hocalarım Prof. Dr. CliffordEndres ve Doç. Dr. Selhan SavcıgilEndres ile tanışmak, benim için bir dönüm noktası oldu. Onlardan Afro-Amerikan Edebiyatı, Amerikan Şiiri, Amerikan Sineması ve Film Analizi, Caz Tarihi gibi dersler aldım. RalphEllison, Alice Walker, ToniMorrison, LangstonHughes gibi yazarları okudukça siyahilerin dünyasına adım attım. Beyazların egemen olduğu bir toplumda kimliklerini korumak için verdikleri çabalara, özgürlük mücadelelerine ve yaşadıkları zulme tanık oldum. Irkçılığın ve cinsiyetçiliğin yarattığı çifte baskı altında, siyahi kadınların nasıl ezildiğini; ancak aynı zamanda bu acıyı müziğe, sanata ve direnişe dönüştürdüklerini gördüm. Alice Walker’ın aynı adlı romanından uyarlanan ve Steven Spielberg tarafından sinemaya aktarılan TheColorPurple (Mor Yıllar), benim için özel bir filmdir. Film, acı ile müzik arasındaki bağı derin bir biçimde anlatır. Kahramanı Celie’nin, kendi sesini ve yaşam amacını bulma yolculuğunda müzik, bir kılavuz görevi üstlenir. Bu dönüşüm, özellikle Celie’nin hayatına giren özgür ruhlu blues şarkıcısı ShugAvery’nin müziğiyle gerçekleşir. İzleyici, Shugblues söylerken sadece müziği değil, Celie’nin bastırılmış cesaretini, umudunu ve kendini gerçekleştirme sürecindeki uyanışını hisseder. Ben de şarkı söylerken, tıpkı bir roman karakteri gibi, kendi içimdeki gücü hissediyorum. Afro-Amerikan edebiyatındaki karakterlerin duygusal dünyasına girmeden ve onların diline; yani İngilizce’ye hâkim olmadan caz ve blues’un ruhuna tam anlamıyla yaklaşmanın mümkün olmadığına inanıyorum. Bana göre müzik, bu kültürel deneyimin kendisidir.

Müzikte kültürel altyapının önemine dair felsefenizi, kendi sanatsal tarzınızı oluştururken nasıl bir pratiğe dönüştürdünüz? Sizi caz yorumcusu olarak ayrıştıran temel unsurlar neler oldu?

Müziğe hiçbir zaman yalnızca “teknik olarak yeterli olayım” düşüncesiyle yaklaşmadım. Benim temel felsefem, kültürel altyapımı gerçek bir çalışma pratiğine dönüştürmek üzerine kurulu. Caz sanatçılarının hayatlarını inceliyor, belgesellerini izliyor ve onlarla derin bir empati kurmaya çalışıyorum. Beni bir yorumcu olarak farklı kılan en temel şeyin de bu olduğunu düşünüyorum. Bu sayede bir şarkının yalnızca notalarını değil, ruhunu ve taşıdığı toplumsal tarihi de içselleştiriyorum. Örneğin, BillieHoliday’in saçına taktığı beyaz gardenyalar… Çoğu kişi için yalnızca zarif bir sahne aksesuarı gibi görünür; oysa bu çiçek, saçını yaktığı bir gece apar topar taktığı ve zamanla siyahî bir kadının zarafetini yeniden inşa etme mücadelesinin sembolü haline gelen bir detaydır. Bu hikâyeyi bilmek, onun sahnedeki narinliğini ve direncini yorumuma taşımamı sağlıyor. Benim için bu çalışma, şarkı söylemenin ötesinde bir deneyim.

Caz gibi niş bir türde üretmek Türkiye’de nasıl bir yolculuk gerektiriyor?

Türkiye’de caz yapmak, sanatçıyı bir tür kültürel tercümana dönüştürebiliyor. Batı armonisinin karmaşık akorları, bizim halk ve sanat müziğimizin alışık olduğu modal yapılardan oldukça farklı. Cazı, kültürel altyapısını bozmadan sunmak, dinleyiciyi konfor alanının dışına çıkarmayı gerektiriyor. Müzikte mekanik bir yaklaşım yerine, hikayesini ve ruhunu dinleyiciye aktarmak bu yolculuğun kritik noktalarından biri. Maalesef burada caz, çoğu zaman sadece entelektüellerin dinlediği bir müzik olarak algılanıyor ve geniş kitlelere ulaşmak kolay olmuyor. Bunun en somut göstergesi ise mekân ve kitle sınırlaması. Popüler müzik için yüzlerce mekân ve milyonlarca dinleyici varken, caz için alan oldukça kısıtlı; bu da doğrudan bütçeyi ve iş sürekliliğini etkiliyor. Tüm bunlara rağmen benim için bu yolculuk sadece sahnede şarkı söylemekle sınırlı değil; dinleyicinin kulağını ve zihnini yeni bir ritme ve kültüre açmayı hedeflemek bu sürecin önemli bir parçası.

​Sizi çok etkileyen, bir caz parçasını veya bir sanatçıyı paylaşmak ister misiniz?

Benim için en etkileyici parçalardan biri BillieHoliday’in “StrangeFruit” yorumu. Aslen bir öğretmen olan AbelMeeropol’un yazdığı bu şiiri söylerken Holiday, taşıdığı yoğun duygusal yük nedeniyle çoğu zaman performansının sonunda ağlıyordu. Bu, benim müziğe yaklaşımımı en iyi anlatan örneklerden biri: sadece şarkıyı söylemek değil, şarkının ruhunu, tarihini ve acısını hissetmek. “StrangeFruit”, ABD’nin güneyinde siyahi kurbanların ağaçlara asılmasını metaforik bir dille anlatır. Holiday’in yorumu, müziğin bir direniş ve anlatı aracı olabileceğini gösteriyor; acının sanatla buluştuğu, hem trajik hem de güçlü bir anlatı. Şarkının sözleri Holiday’in yorumladığı duyguyu çok net bir şekilde yansıtıyor:

“Güney ağaçları garip bir meyve taşır,

Yapraklarda kan ve köklerde kan,

Siyah bedenler güney melteminde sallanır,

Kavak ağaçlarından asılı garip meyveler.

Cesur güneyin pastoral manzarası,

Şişkin gözler ve çarpık ağız,

Manolya kokusu, tatlı ve taze,

Sonra aniden yanan etin kokusu… ”

Müzik dışında hayata geçirdiğiniz çalışmalar var mı?

Sony BMG Türkiye Temsilciliği’nin katkılarıyla “Bob Dylan – Rüzgarın Dili” adlı belgeselin yönetmenliğini ve yapımcılığını üstlendim. Belgeselde İzzet Öz, Yavuz Aydar, Zerrin Özer, Nejat Yavaşoğulları, Taner Öngün, Mehmet Güreli, Zeynep Oral, Abdülkadir Elçioğlu ve Gökalp Baykal gibi değerli isimler yer aldı. Bunun yanı sıra Jazz Dergisi ve Dark Blue Notes gibi önemli müzik dergilerinde yazılarım yayımlanıyor. Ayrıca, dünyanın 420 ülkesinde üyeleri bulunan InterNations arkadaşlık topluluğunun Ankara Temsilcisiyim. Düzenlediğim konser etkinlikleri ve organizasyonların başarısı nedeniyle, 6000 temsilci arasından 2020 yılında “Yılın En Başarılı Lideri” seçildim. Görevime halen aktif olarak devam ediyorum.

Yakın gelecek için sizi heyecanlandıran projeler ve hedefler neler?

Yakın dönemde beni en çok heyecanlandıran projelerden biri, 31. İstanbul Caz Festivali’nde tanıştığım Kuzey Karolinalı piyanist Albert ChipCrawford ile olan işbirliğimiz. Crawford, uzun yıllardır caz vokalistiGregoryPorter ile birlikte çalışıyor. İkilinin yolları, Harlem’deki St. NicksPub adlı kulüpte gerçekleşen doğaçlama bir performans sırasında kesişmiş. 2014’te Liquid Spirit ve 2017’de Take Me totheAlley albümleriyle iki Grammy kazanan GregoryPorter, Crawford için “Chip, John Coltrane’inmüziğini, kilise müziğini ve R&B’yi benzersiz bir şekilde harmanlayabiliyor. Aramızda adeta ruhani bir bağ var.” diyor. Bizim aramızda da benzer bir bağ oluştu. Sevgili Chip ile politika, sosyoloji, müzik ve dostluğun anlamı üzerine uzun sohbetler ediyoruz. Chip,  “My SpiritFlew” adli şiirimi besteledi ve böylece dostluğumuz bir şarkıya dönüştü.  Bu özel çalışmayı müzikseverlerle buluşturmak için sabırsızlanıyorum.

REKLAM ALANI