Hiç kimse, “hele şu seçim bir olsun da, ondan sonra bakarız” gibi, tamamen ve her şeyiyle seçime odaklı bir reflekse girmedi.
Ama bizde ve bizim gibi ülkelerde daha seçim ufukta bile görünmeden, iktidarıyla muhalefetiyle her şey seçime odaklı ve endeksli…
Neredeyse, seçimle ilintili olmadan kıpırdayan bir yaprak yok veya bir yaprağın kıpırdaması bile seçimle ilintili!
İşte fark burada,
Büyük devlet/gelişmiş ülke ile gelişmekte olan veya az gelişmiş ülke farkı işte burada…
Daha spesifik bir söylemle; gelişmiş ülkelerde iki kişi bir araya gelirse iş konuşur/rutini hasbihal eder, bizdeyse siyaset konuşur/seçim konuşulur ve başka şeyler ikincilleşir!

Bu girizgahtan sonra gelin birkaç soru soralım;
Ne oldu?
Ne oluyor?
Neler olacak?
Öyle ya, bir şeyler oluyorsa kesin bir şey olmuş demektir.

Mesela;
Türkiye sınır ötesi hava harekatı başlattı,
Kara kısmı ise yakında…
Keza ekonomik olarak farklı gelişmeler gündemde,
Hakeza, Mısır başta olmak üzere; yaklaşık 10 yıldır diplomatik ilişkinin koptuğu ülkelerle yeniden iletişim gündemin en sıcak konularından birisi…

O soruları bu yüzden soralım dedim;
Ne oldu da böyle oldu/bunlar oldu ve buna bağlı beklenmedik gelişmeler yaşanacak?
Bilirsiniz,
Gidişatı okumayı/istişare etmeyi/tecrübelerime dayanarak değerlendirme  ve çıkarsamalar yapmayı severim.
Bir de duyumlarım var tabi,
İçeriden ve dışarıdan gelen duyumlar…
Bu çerçevede bakacak olursak;
Arkadaşlar,
Adına ister büyük devletler deyin,
İster Amerika/İngiltere veya Avrupa deyin,
İsterseniz de benim düşündüğüm gibi “Güç ve Akıl Sahipleri” deyin; bunlar, duygusallıkla/fevrilikle/hamasetle ve kızgınlıkla hareket etmezler.
Akılla ve akılcı hareket etmek onların en temel nişanesidir.
Ki, bu yüzden gücü de elinde tutan onlardır.
Ama an olur, bir devleti düşman da ilan edebilirler,
Savaştırabilirler de,
Ve, cümle alemi de yanlarına çekmek isterler…
Buna rağmen, tüm bunlar cereyan ederken, “katalizör” görevi yapacak bir unsur oluşturmayı da ihmal etmezler.
Bunu yaparken de, konjonktürün/yaptıkları planın ve gidişatın gerektirdiği ve taktiklerine en uygun ülkeyi seçerler.
İşte, hedefte Rusya ve Çin’in olduğu böyle bir konsept var.
Yani güç ve aklın adeta hasım ilan ettiği iki ülke…
Ama bir de Türkiye var,
Hayırdır ne alaka demeyin,
Katalizör yani bu sürecin “bağlantısızı” ve bu iki ülkeyle “bağlantı kuran/kurdurulan” ülke Türkiye’dir.

Hal ve ahval bu minvalde gelişince, bu durum Türkiye ve Erdoğan için bazı fırsatları beraberinde getirdi.
Bu fırsatlar veya tavizler, seçime beş kala, Erdoğan ve Türkiye için büyük ama güç ve aklı elinde bulundurulanlar için verilebilir şeylerdi.

Neydi bunlar?
—Küresel ekonomik sıkıntıya paralel olarak, kötüleşen Türk ekonomisine cansuyu olacak sıcak para.
Geliyor mu? Evet,
Gelecek mi?
Evet ve dikkat ederseniz BAE/Katar/Arabistan gibi ülkelerden swap vb. gibi enstrümanlarla sıcak para aktarımına dair haberler gündeme düşüyor.

Başka?
Rusya ile finansal transfer içeren işlemlere genel itibarla müsaade edilmezken bu noktada, Türkiye hala rahat ve farklı yol ve yöntemlerle parasal işlemlere devam ediyor.
Ve bir süre daha devam edecek gibi…
—Yaklaşık 10 yıldır ihtilaflı olunan ülkelerle yeni bir ilişki süreci başladı/başlatıldı.

Nasıl?
Bu durum sadece Türkiye ve muhatap ülkenin istek ve inisiyatifiyle olmadı/olmuyor.
Öyle sanıyorum ve duyuyorum ki,  güç ve akıl sahipleri her iki tarafı da buna zorluyor ve gerekli zemin böylece oluşuyor.
—Suriye’ye sınır ötesi harekat İngiltere ve Amerika tarafından eleştirilmediği gibi; ya sembolik bir itidal tavsiyesi yapılıyor veya Türkiye’nin güney sınırlarında teröre karşı verdiği mücadelesine hak veriliyor.

Nasıl yani?
Öyle sanıyorum ki, Türkiye ve Erdoğan tahmini ve takribi 2023’ün ilk yarısını da kapsayan bir plan dahilinde Amerika/İngiltere veya güç ve akıl sahipleriyle yukarıda bahsettiğim unsurları da barındıran bir mutabakata vardı.
Ve böylece “katalizör ülke” oldu.

Bunun sonucu olarak da, Suriye konusunda Türkiye’ye geniş bir manevra imkanı oluştu/oluşturuldu.
Türkiye’nin de, bunu 3-4 ay sürecek bir zaman kesitinde çeşitlendirerek kullanacağını düşünüyorum.
Peki de, “hani Fırat’ın doğusunda ABD’nin desteklediği YPG, batısında ise Rusya ve Rejim güçleri vardı. Özellikle ABD, desteklediği güçlere karşı böyle bir harekata nasıl müsaade ediyor ki” diyebilirsiniz.
Yerinde bir tespit,
Ama devletler arası ilişkilerde durum farklı.
Özellikle gücü elinde bulunduran akıl sahipleri herkesi kullanırlar/herkesle iş tutarlar ve an gelir terör unsurlarını bile kendileri adına tetikçi kılarlar ama son tahlilde; hepsini bir çırpıda yok sayıp, daha geniş yelpazeyi gözeterek düne kadar görmezden geldiği bir devleti muhatap almaya başlayabilir.
Ki, şuanda yaşanan realite de budur.

Dikkatinizi çekiyordur,
Beyaz Saray’da ağırlanan YPG temsilcisi şimdi feryat ediyor ve “Amerika bizi sattı” diyor.
Yani, bu bir ilk değil; son da olmayacaktır.
Örgütler örgüt olarak kalmaya, mamalanmaya ve uşaklıktan haz almaya devam ettikleri sürece ve büyük devletlerden birisine sırtını dayadığını sanacak kadar aptalca düşünmeyi sürdürdükçe; o büyük devletler/güç ve akıl sahipleri vakti ve zamanı gelince önceliklerini değiştirir.
Ama İnönü’nün şu sözünü de unutmamak lazım,
“Büyük devletlerle ilişkiler, ayıyla yatağa girmeye benzer”
Bu sözden hareketle;
An itibariyle Amerika’yla/Güç ve Akıl Sahipleriyle anlaşan/mutabıklaşan bir ülke “bu iş tamam artık” rehavetine asla girmemelidir.
Çünkü yarın, yine terör örgütlerini öne çıkartıp/destekleyip, seni göz ardı edebilirler.
Geçmişe bakınca, onlarca örneğini görebilir/bulabiliriz!

Türkiye’nin başlattığı bu yeni süreç seçimle ilintili midir ve seçime etki oluşturur mu?
Ben bu konuları yazmak/konuşmak ve fikir beyan etmek istemiyorum.
Bu yüzden bir şey de söylemeyeceğim.
Kaldı ki, bu süreç seçimde kime yarar/kime yaramaz onu yaşayıp göreceğiz!
Bunu, sandığa gidip oy verecek vatandaş belirleyecektir.
Ben uluslararası ilişkilerde bazı fırsat anlarının iç siyasi çekişmelere kurban edilmesine şiddetle karşıyım.
Bu durumların iç siyaset malzemesi yapılması, ne muhalefete ne de iktidara kazandırır!
Sadece Türkiye’ye kaybettirir.
İnancım/idrakım ve imanım böyle olduğu için de, yorum yapmak istemiyorum ve hatta temenni ederim ki; ne iktidar ne de muhalefet, bu süreci içe kapanmacı refleksle ve seçim saikiyle berheva edip/boşa düşürmez!